Cana Gelen Zararlar Nedeniyle Maddi Ve Manevi Tazminat - İzmir Tazminat Avukatı

Cana Gelen Zararlar Nedeniyle  Maddi Ve Manevi Tazminat - İzmir Tazminat Avukatı
27 Eylül

Cana Gelen Zararlar Nedeniyle Maddi Ve Manevi Tazminat - İzmir Tazminat Avukatı

İzmir Tazminat avukatı - Hukuk toplumun temeli olduğuna göre, yasaların öncelikli olarak kişilerin “yaşama haklarını” güvence altına alacak biçimde düzenlenmesi ve yasaları uygulayacak olanların da bu hakkı titizlikle korumaları gerektiğini kabul etmeliyiz. Yaşama hakkı, siyasal amaçlı “İnsan hakları” söylemlerinden çok daha önemlidir. Çünkü bireylerin can güvenliğini yeterince sağlayamıyorsak, soyut “insan hakları” kavramının bir anlamı ve önemi kalmaz.

Yaşama hakkının ayrılmaz parçası “sağlıklı yaşama” halidir. Bu evrensel bir konudur. Bunun içinde çözüm bekleyen çevre sorunları, havanın, suyun, toprağın kirletilmesi, ormanların yok edilmesi, besinlerin doğal yapılarının değiştirilmesi, aşırı kazanç hırsıyla insan sağlığını bozan yiyecek, giyecek ve aygıtlar üretilmesi ve satılması, gelirin ve kaynakların paylaşımındaki dengesizlik, ekonomik eşitsizler, üretim ve tüketim savurganlığı ile yaşam kaynaklarının tüketilmesi ve bazı türlerin geri dönülmez biçimde yok edilmesi, sömürü gibi konular vardır.

Biz burada bu kadar geniş ve kapsamlı konuları ele alacak değiliz. Konumuz, “yaşama hakkı” temelinde haksız eylem ve hukuka aykırı bir olay sonucu ölüm/öldürme veya bedensel zarara uğratma nedeniyle ödenecek tazminatın ne olması, nasıl hesaplanması gerektiği ile sınırlıdır. Uygulamada eler yapıldığını veya neler yapılması gerektiğini anlatmaya başlamadan önce, bu konuya bakış açımızı ve temel ilkelerimizi açıklama gereğini duyuyoruz. Sırasıyla:

  • Haksız eylem veya hukuka aykırı bir olay sonucu öldürülen veya ölümüne neden olunan kişinin yakınlarına ya da bedensel zarara uğratılanlara kesinlikle bir tazminat ödenmeli; kişileri haksızlığa uğratacak ve zarar sorumlularını tazminat ödemekten kurtaracak yorum, uygulama ve yasal düzenlemelerden kaçınılmalıdır.
  • Her kişinin hukukça korunması gereken bir “yaşama hakkı” olduğuna göre, ödenecek tazminatın miktarı konusunda kişiler arasında eşitlik sağlamanın yolları aranmalı; varlıklı-yoksul ayrımı yapılmaksızın ve zarara uğrayanların toplumdaki yerleri ile iş ve kazançlarına bakılmaksızın ortak bir (taban) tazminat ölçüsü bulunmalıdır. Ödenecek tazminatın sorumluluk ölçüsü “toplumsal tehlike-sosyal risk” ağırlıklı olmalı; kusur sorumluluğundan daha fazla “objektif tehlike sorumluluğu” ilkesine göre değerlendirme yapılmalıdır.
  • Sigorta güvenceleri de “sosyal risk” ilkesine uygun olmalı; “sorumluluk sigortaları” belirsiz, tartışmalı, yetersiz bir takım hesap formüllerine dayalı olduğundan, önceden belirlenmiş miktara (meblâğa) dayalı “can sigortaları” yaygınlaştırılmalı; hemen tüm iş kollarında, işyerlerinde ve çalışma alanlarında can sigortası (kaza sigortası) yaptırılması “zorunlu” hale getirilmelidir.
  • Zarar gören kişilerin “zararı” ne ise, haksız ve hukuka aykırı olay sonucu neyi kaybetmişlerse, neleri eksilmişse, nelerden ve kimlerden yoksun kalmışlarsa onun karşılığı (ortak bir ölçü çerçevesinde) tazminat olarak ödenmeli; sorumluluk (zarar) sigortalarında, eğer zarar görenlerin kusura katılımları (kusurları) yoksa, tazminattan indirim yapılması asla düşünülmemelidir. Özellikle, haksız eylemin yol açtığı zarar ile “nedensellik bağı” kurulamayacak olan (miras, miras gelirleri, şirket kâr payları, sosyal güvenlik gelirleri, kaza ve yaşam sigortalarından alınan paralar gibi) kazanım ve edinimler tazminattan indirim

nedeni olmamalı; kişilerin kendi olanaklarıyla veya yakınlarının yardımlarıyla zararı gidermiş bulunmaları, tazminatın reddi sonucunu doğurmamalıdır. izmir Tazminat Avukatı - Zaten, 6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanunu’nun 55.maddesiyle bu konuda kesin bir çizgi ve sağlam bir ölçü ortaya konulmuştur.

izmir Tazminat Avukatları olarak aşağıda, savunduğumuz bu ilkeler doğrultusunda, tazminat ve sigorta konularının ayrıntılarına gireceğiz.

II- GENEL OLARAK ZARAR VE TAZMİNAT 1- Tazminat ve zarar kavramları

  1. Tazminat, haksız eylem veya hukuka aykırı bir olay sonuç , isteyerek (kasıtlı) veya istemeyerek (taksirli) verilen maddi ve manevi zararların karşılığının “ödenmesi” veya “ödetilmesidir” .

Zarar, öğretide dar ve geniş anlamda olmak üzere iki türlü tanımlanmaktadır.

Geniş anlamda zarar, kişinin hukukça korunan maddi ve manevi varlıklarında istenci dışında meydana gelen olumsuz değişiklikler, eksilmeler ve yitiklerdir.

Dar anlamda zarar, bir kimse in mal varlığında istenci dışında meydana gelen eksilmedir. Buna kısaca “maddi zarar” de ilmektedir.

Maddi zarar, genellikle fark kuramına dayandırılmakta ve “malvarlığının aktifinin azalması ve pasifinin art ası veya kazanç kaybına uğranılması; zarar verici eylem veya olay olmasa idi, malvarlığının alacağı durum ile eylem sonucu aldığı durum arasındaki fark” olarak tanımlanmaktadır.

Fark kur mı daha sonra yumuşatılarak, geleneksel malvarlığı anlayışına bağlı zarar kavramının kapsamı “normatif zarar” kuramıyla genişletilmiş; parayla ölçülebilen bazı değerlerin eksilmesi veya yitirilmesi de maddi zarar kabul edilmiştir. Örneğin, haksız eylem sonucu beden gücü eksilen kişinin henüz bir işi ve kazancı bulunmasa bile çalışma ve kazanç elde etme yeteneğini belli bir oranda veya tümüyle yitirmiş olması ya da çalışan kişinin kazancı azalmasa bile aynı kazancı elde ederken sakatlığı oranında daha fazla güç harcayacak olması, tazminat isteminin haklı nedeni kabul olunmuştur. Bu konuyu ilerde can zararlarına ilişkin bölümlerde geniş biçimde ele alacağız ve başka örnekler vereceğiz.

1.Zarar, sorumluluk hukukunda “tazminat” borcu doğuran koşulların en önemlisidir. Bir eylem veya olay, hukuka aykırı olmasına karşın, bir “zarar” doğurmamışsa, tazminat da söz konusu olmaz. Bir zarar doğmuş olup da, haksız eylem veya hukuka aykırı olay ile zarar arasında “neden-sonuç” ilişkisi kurulamıyorsa ya da zarar görenin ağır kusuru veya önlenemez doğa olayı (mücbir sebep) gibi nedenlerle sorumluluk yönünden “nedensellik bağı” kesilmişse, gene tazminat istenemeyecektir.

2- Zarardan sorumluluk ve sorumlular

Zarar sorumluları ve zarardan sorumluluk, öğretideki bölümlendirmelere koşut olarak, 6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanunu’nda da “kusur sorumluluk ve kusursuz sorumluluk” olarak iki ana bölüme ayrıldıktan sonra, kusursuz sorumluluk 1.Hakkaniyet sorumluluğu,

2. Özen sorumluluğu,

3.Tehlike sorumluluğu olarak üçe ayrılmıştır.

3- Zarar türleri

Öğretide zarar türleri değişik biçimlerde bölümlendirilme te olup, bize göre şöyle bir ayrım yapılabilir:

a) Maddi zarar - Manevi zarar,

b)Kişilere ilişkin zararlar - Nesnelere ilişkin zararlar

c) Doğrudan zarar - Dolaylı zarar (bağlantılı zarar)

ç) Doğrudan etkilenenin zararı - Dolayısıyla etkilenenin zararı (Yansıma zarar)

d) Gerçekleşmiş zarar - Gerçekleşecek zarar

e) Olumlu zarar- Olumsuz zarar

f) Somut zarar - Soyut zarar

g) Biz, bu türlere bir yenisini ekliyoruz ve “can zararı - mal zararı” ayrımına yer veriyoruz.

4- Zarar türlerine ilişkin bazı açıklamalar

Yukardaki arar türlerini, ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle tazminat konularıyla ilişkilendirerek şu açıklamaları yapabiliriz:

Maddi zarar, hem kişilere hem nesnelere ilişkin zararlarda söz konusu ise de, manevi zarar, y lnızca kişi varlığı zararları içindir.

Kişilere ilişkin zarar ile nesnelere ilişkin zarar ayrımında, “nesnelere” ilişkin zararlar, “taşınır taşınmaz mallara, eşyaya ve benzeri şeylere gelen zararlar” anlamında olup; bu tür zararlar ile zararın değerlendirmesinde söz konusu “malvarlığında eksilme” kavramı birbirine karıştırılmamalıdır. Bu ayrım özellikle, yaygın ve yanlış bir biçimde “can” zararlarının “malvarlığı zararı” olarak değerlendirilmesinde önem taşımaktadır. Aşağıda can zararları konusunda görüşlerimizi açıklarken bu konu üzerinde çokça duracağız.

Doğrudan zarar, haksız eylemin ilk ve yakın sonucu olan zarardır. Dolaylı zarar ise, ilk zarara bağlı ve ondan yansıyan zarardır.4 Dolaylı zarar, bize göre yansıma zarar değil, asıl zarardan kaynaklanan ve onunla bağlantılı olan “ek zarar”dır. Örneğin, trafik kazasında bir organını yitiren kişinin bu zararı doğrudan zarardır. Eğer bu kaza, kişinin çektiği sıkıntılar nedeniyle ruh sağlığını bozmuşsa, diyabet veya kalp hastalığını tetiklemişse, bunlar dolaylı zarardır ve asıl zararla birlikte tazminat olarak değerlendirilmesi gerekir.

ç) Haksız eylemden veya hukuka aykırı olaydan zarar gören “doğrudan etkilenen” kişidir. Bu kişinin uğradığı zarardan “dolayısıyla etkilenen” üçüncü kişiler de olabilir. Buna öğretide “yansıma zarar” denilmektedir. Örneğin, trafik kazasında yaralanarak aylarca sahneye çıkamayan şarkıcı yüzünden, konser düzenleyicisi kazanç kaybına uğramışsa, bu kişinin zararı “yansıma zarardır”. Bunun gibi, işverenin ölümüyle işyeri kapanmışsa işsiz kalan işçilerin, tiyatro sanatçısının ölümüyle kapalı gişe oyunun sona ermesi yüzünden kazanç kaybına uğrayan tiyatro sahibinin, sinema oyuncusunun ölümüyle filmi yarıda kalan yapımcının, yıldız futbolcunun beden gücü kaybına uğramasıyla spor kulübünün, üst düzey yöneticinin ölümüyle kazancı azalan şirketin zararları “yansıma zarardır”. Doğrudan zarar görenlerden yansıyan bu dolayısıyla zararlar nedeniyle “üçüncü kişi” konumundaki kişilerin tazminat isteme hakları yoktur.

Öğretideki kimi görüşler, yukardaki örneklerde "dolayısıyla zarar" gören ve tazminat isteyemeyecek olan kişiler gibi, ölenin desteğinden yoksun kalan (eşi, çocukları, annesi, babası vb.) yakınlarını da "üçüncü kişi" olarak nitelemekte; bu kişilerin doğru dan değil dolaylı zarar gördüklerini, dolaylı zararın bir alt kavramının "yansıma zarar" olduğunu, her ne kadar yansıma yoluyla zarar görenlerin tazminat isteme hakları bulunmamakta ise de, ölenin desteğinden yoksun kalan yakınlara yasal düzenlemeyle bu ha ın tanındığını; yakınların tazminat isteme haklarının yansıma zararın ayrık bir dur mu olduğunu ileri sürmekte iseler de, bizce, bu görüşler son derece yanlıştır. Çünkü ölen kişi, ölüm yüzünden zarara uğramadığına göre, bunun yansıması da olmaz. em ölen kişinin zarara uğradığından söz etmek doğa yasalarına aykırıdır; onun malvarlığı üzerindeki tasarrufu ölümle sona ermiştir. Zarar kavramı ve zarara uğrama olgusu, yaşamda var olan ve yaşayan kişiler (sağlar) için söz konusudur. Ölen için yaşam son ermiş, kâr-zarar hesabı bitmiştir. Halk deyişiyle, dünya malı dünyada kalmıştır.

Öte yandan, "destekten yoksun kalma tazminatının doğrudan doğruya hayatta kalanların kişiliklerinde doğan bağımsız bir hak (doğrudan zarar) olduğu, bu hakkın onlara ölenden geçmediği" tanımı ile "yansıma zarar" görüşü çelişmektedir.

Zararı, hem destekten yoksun kalan kişilerin “malvarlığının eksilmesi” olarak tanımlayacaksınız, hem de ölenin zararından söz edeceksiniz. Oysa, öldürülen kişi bir zarara uğramamış, mal varlığı eksilmemiş, yalnızca bu dünyadaki varlığı sona ermiştir. Ölenin malvarlığı, mirası yerinde durmaktadır, eksilmemiştir. Eğer eksilecek veya ortadan kalkacaksa, bunu mirasçılar veya üçüncü kişiler gerçekleştireceklerdir.

izmir Tazminat Avukatı olarak mantıksal ve ekonomik açıdan bakıldığında “yararlanma” olgusunda, hem nesneler hem kişiler vardır. Bir kimse “yararlandığı” bir nesneyi, bir eşyasını, bir malvarlığını yitirmişse bu bir “doğrudan zarardır”. Aynı kişi ekonomik yönden “yararlandığı ”, kendisine ekonomik yönden destek olan, yardımını gördüğü kişiyi yitirmişse, tıpkı yitirdiği nesne (eşya, para, mal gibi) “doğrudan zarar” görür. Buna yansıma zarar demek yanlıştır. Hem, zarar kavramı, “malvarlığında azalma, ekonomik yönden aktifin azalıp pasifin artması” biçiminde tanımlanmıyor mu ? O halde ölenin ekonomik katkısından yoksun kalınması neden yansıma zarar olsun? Parasal destekliğin dışında, yardım ve hizmet ederek desteklikte bile bir “doğrudan yoksun kalınma” olgusu vardır.

Özetle, yararlanılan bir nesnenin yitirilmesi ile yararlanılan bir kişinin yitirilmesi arasında ekonomik ve mantıksal açıdan hiçbir fark yoktur. İkisi de “doğrudan zarar” dır.

Yargıtay, ağır bedensel zarara uğrayan kişinin yakınlarının manevi tazminat isteme haklarını bile “yansıma zarar” değil, “doğrudan zarar” olarak nitelemekte; onların olaydan doğrudan etkilendiklerini kabul etmektedir. Bu nitelemeye bakarak ve destekten yoksun kalma tazminatı isteme hakkının, mirasçılık sıfatından bağımsız, ölümle intikal etmeyen, destekten yoksun kalanların kişiliklerinde oluşan bağımsız bir hak” olduğu tanımını da anımsayarak, bunun “yansıma zarar” olarak görülmesinin asla doğru olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Şunu da ekleyelim ki, destekten yoksun kalma tazminatının "yansıma zarar" olarak nitelenmesinin vardığı sonuç "yansı ma kusur" olunca, bir yanlışa daha düşülmektedir ki da şudur: Ölen destek belli bir oranda kusurlu ise tazminatın kusura göre indirilmesi veya tam kusurlu ise davanın reddedilmesi, ölen kusurlu olduğu için değil, davalı kusursuz veya az kusurlu olduğu içindir. Karşı taraf, elbette, kusuru kadar tazminat ödeyecektir Burada söz konusu olan indirim değil, karşı tarafın kusur oranına göre tazminat yükümlülüğüdür 5

Bu konuda bazılarının anlamamakta direndiği bir başka husus da, 2918 sayılı KTK’nun 92.maddesi (b) bendindeki işleten ve sürücü yakınlarının Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası’ndan yararlanma hakları konusundadır. Yasa’nın açık hükmüne arşın, “yansıma zarar” savunucuları, “kimse kendi kusurundan yararlanamaz” ilkesini öne sürerek işleten ve sürücünün “kusurlarını” destekten yoksun kalanlara “yansıtmışlar” ve böylece “yansıma kusur-yansıma suç” icat etmişlerdir ki, böyle bir sonuç, bilindiği gibi, suçların ve cezaların kişiselliği temel ilkesine aykırıdır. (5237/TCK.m.20)

Gerçekleşmiş zarar -Gerçekleşecek zarar nitelemesi, tazminat hesaplarında son derece önemli bir değerlendirme ölçüsüdür. aksız eylem sonucu bedensel zarara uğrayan kişinin veya destekten yoksun kalanların dava arihine kadar belirlenen (görünen) zararları “gerçekleşmiş zarardır”. Buna tazmin t hesaplarında “işlemiş dönem zararları” da denilmektedir. Bedensel zarara uğrayanın yaş m süresine ve destekten yoksun kalanların destek sürelerine göre “işleyecek dönem” zararları da geleceğe yönelik olmasına karşın “gerçekleşecek” değil, “gerçekleşmiş zarar” kabul edilmektedir. O halde, “gerçekleşecek” zarar nedir ?

Gerçekleşecek zarar, bedensel zararlarda söz konusu olup, henüz belirlenmesi olanaksız, ilerde yapıl ası olası bir takım tedavi ve ameliyat masraflarıdır. Örneğin, yüzdeki kalıcı izler için henüz tıbbi düzelt e yapılamıyorsa, ilerde yapılacak ameliyat masrafları, yaşam boyu alınacak ilâçlar “gerçekleşecek zararlar” dır. Yargıtay kimi kararlarında bu tür zararları da “gerçekleşmiş arar” olarak nitelemektedir.

e) Yukardaki zarar türleri arasında yer alan olumlu-olumsuz zararları, ölüm ve bedensel zararlarla doğrudan ilgili görmediğimiz için bu konuda açıklamaya yer vermiyoruz.

Somut zarar - Soyut zarar ayrımında, somut zararın “maddi zarar” ve soyut zararın “manevi zarar” karşılığı olduğunu söyleyebiliriz. Manevi zarar, her ne kadar soyut bir değerlendirmeyle belirlenmekte ise de, onu olabildiğince somutlaştırmak ve maddi tazminat benzeri bir hesaplamayla saptamak gerektiği düşüncesindeyiz.

5- Can zararı-mal zararı ayrımının gerekliliği

Ölüm nedeniyle destekten yoksunluğu ve beden gücü kayıplarını “malvarlığı zararı” olarak nitelemenin ve bu zararı “malvarlığının aktifinin azalması, pasifinin artması; zarar verici olay öncesi ile sonrası arasındaki malvarlığı farkı” olarak açıklamanın ne kadar gerçekçi olduğu üzerinde pek az durulmuştur. Sorumluluk hukukundaki gelişmelerle bazı değişiklikler yapılmış ve daha gerçekçi çözümler üretilmiş ise de, bunlar yeterli olmayıp, cana

Yansıma zarar ve yansıma kusur söz konusu olamayacağı içindir ki, Yargıtay'ın bir kararında: "Babanın kusurundan dolayı çocukların tazminatından indirim yapılamaz" denilmiştir. (11.HD.17.06.1988, E.1988/4590-K.1988/4049 gelen (insana verilen) zararları, fark kuramına bağlı malvarlığı zararı ve kazanç kayıpları olarak değerlendirmekten kesin vazgeçilmelidir. Tarihsel gelişim, insanın doğası ve yaşam gerçekleri bunu gerektirmekte; “can” zararlarının farklı bir biçimde değerlendirilmesinde kesin zorunluluk bulunmaktadır. En başta dediğimiz gibi, “yaşama hakkı” ve onun ayrılmaz parçası olan “sağlıklı yaşama” hakkı, hakların en kutsalıdır. Hukukun öncelikle bu hakları en doğru ve adaletli biçimde koruması, güvence altına alması gerekir.

Aşağıda, ölüm ve bedensel zararların nasıl değerlendirilmesi gerektiği konularını geniş biçimde işleyeceğiz ve buna ilişkin tazminat hesaplarına bir ölçü arayacağız.

III- İNSAN ZARARLARI VE TAZMİNAT ÖLÇÜSÜ

1- Geçmişten bugüne can zararları

Yukarda kısaca belirttiğimiz gibi, tazminat ödenmesini gerektiren “zarar” kavramı konusunda ne yazık ki, öğretide mal ve can zararı ayrımı yapılmamış; zararın, genel olarak “malvarlığında eksilme, malvarlığının aktifinin azalması, pasifinin artması, kazanç kaybına uğranılması” biçiminde tanımlanmasından öteye geçilememiş tir. Bu, son derece katı, maddeci insanın değerini ve yaşama hakkını göz ardı eden, insanı bir mal gibi, es i çağlarda pazarda satılan bir köle ya da rant sağlayan bir makine gibi gören, her şeyi para ile ölçen anamalcı (kapitalist) bir anlayıştır.

Bu anlayıştakilere göre, “zarar” dan anlaşılması gere en e silen beden veya yitirilen can değildir; canların ve bedenlerin ekonomik verimliliklerinin ortadan kalkması veya azalmasıdır; kazanç sağlama olanaklarının tükenmesi veya e silmesidir. Bunlar yıllarca, haksız eylem sonucu öldürülen/ ölümüne neden olunan kişilerin yakınlarının isteyebilecekleri tazminatın, yiten canın bedeli değil, ölen kişinin “parasal” desteğinin ortadan kalkması yüzünden uğranılan maddi zararın karşılığı olduğunu; eğer ölenin sağlığında “bakım gücü” yoksa, bir işi, kazancı, parasal olanakları bulunmuyorsa, yakınlar için maddi tazminatın söz konusu olamayacağını; bunun gibi, yakınların ölenin destekliğine gereksinimleri bulunmadığı sonucuna varılmışsa, varlıklı kişilerse, ölenden, h tta üçüncü kişilerden bir miras kalmışsa, kendileri çalışıp kazanç elde ediyorlarsa , ge e tazminat isteyemeyeceklerini; destek tazminatı diye adlandırılan bu tazminat türü ün iki koşulundan birincisinin “ölenin bakım gücü”, ikincisinin yakınların “bakım ihtiyacı” olması gerektiğini; ödenecek tazminatın konusunun “malvarlığındaki eksilmenin ve yaşam düzeyindeki parasal düşüşün ortaya çıkardığı maddi zararın” giderilmesi olduğunu savunuşlardır. Onlar için, hiçbir zaman yitirilen can veya eksilen, sakat bırakılan beden başlı başına bir tazminat isteğinin haklı nedeni olmamıştır.

Uzun yıll r boyunca yargıdaki uygulamalarda insana verilen zararlar, öğretiden gelen ve yukard açıklanan etkilerle “can” zararı olarak değil “mal” zararı olarak değerlendirilmiş; haksız eylemden zarar gören kişilerin açtıkları davalarda tazminatın ölçüsü “malvarlığı eksilmesi” veya “kazanç kaybı” olmuş; yiten can veya eksilen sakat kalan beden, olay öncesinde eğer çalışıp kazanç elde etmiyorsa, parasal bir değer üretmiyorsa ya da ilerde çalışıp para kazanma olasılığı yoksa, maddi tazminat söz konusu olamayacağı türünden zarar sorumlularını tazminat ödemekten kurtaran sonuçlar yaratılmış; öte yandan her kişinin kazanç düzeyine göre tazminat tutarları farklı olmuş; kazancı yüksek olan fazla, kazancı düşük olan az tazminat almıştır.

Maddi tazminatı “malvarlığı eksilmesi” ya da “kazanç kaybı” koşuluna bağlayan, bir işi ve kazancı olmayanlar, geliri ve parasal gücü bulunmayanlar yönünden “maddi zararı” kabul etmeyen anlayışın yarattığı adaletsizlik, geniş anlamda zarar tanımı içerisinde yer alan “kişi varlığı haklarında eksilme” kavramına dayandırılarak “manevi tazminat” ile giderilmek istenmiş ise de, uygulamada mahkemeler manevi tazminata karar vermeden önce “tarafların sosyal ve ekonomik düzeylerini” hiç de sağlıklı olmayan bir biçimde araştırdıktan sonra, manevi tazminatın miktarını belirlerken kişilerin malvarlığını, parasal gücünü, kazanç düzeyini gözönünde tuttuklarından, burada da etkin ölçü “can bedeli” değil, “malvarlığı değeri” olmuştur.

Zamanla bazı duyarlı hukukçuların çabalarıyla bu kalıplaş mış görüşler oldukça yumuşatılarak insancıl ve hakça çözümler üretilmi ş; uygulamadaki katı lıkları gidermek, adaletli bir çözüme ulaşmak amacıyla “mal” zararı kavramına esneklik kazandıran bazı kuramlar ortaya atılmış ve bunlar yargı kararlarına da yansımış ise de, gene de “mal zararı” anlayışından fazla uzaklaşılmamıştır.

Örneğin “kazanç kaybı” kavramına eklenen “güç kaybı” değerlendirmesi bu tür yaklaşımlardan biridir. Buna göre, haksız eylem sonucu bedensel zarara uğrayan kişinin kazançlarında bir azalma olmasa bile, aynı kazancı elde etmek için sakatlığı oranında daha fazla güç (efor) harcayacağından, bunun, yani beden gücü kaybının karşılığının “tazminat” olarak ödenmesi gerektiği kabul olunmuştur. Sonraki yıllarda daha insancıl ve hakça çözümler üretilmiş olup, bunları ilerde açıklayacağız.

Ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatında da, geçmiş yılların bakım gücü ve bakım ihtiyacı kavramları, yansıma zarar ve fark kuramı gibi yaşam gerçeklerine aykırı görüşler terkedilmiş veya hafifletilmiş, bazı olaylarda büsbütün etkisiz ılınmış; örneğin, parasal desteklikten daha çok “yardım ve hizmet” ederek destekliğe ağırlık verilmiş; kişilerin bir işleri ve kazançları olmasa bile yakınlarına yardım ve hizmet ederek destek olabilecekleri; destekten yoksun kalanlar varlıklı kimseler olsalar bile, ölenden onlara yüklü bir miras, türlü malvarlıkları kalmış ve sosyal güvenlik kurumlarından gelir bağlanmış olsa dahi, tazminat isteme hakları bulunduğu; elde ettikleri (miras, sigorta gibi) türlü kazanımların tazminattan indirim nedeni olamayacağı kabul olunmuş ise de, sorumluluk hukukundaki bu gelişmeleri,

Yargıtay kararlarındaki bu olumlu değişimleri göremeyen, kavrayamayan kimi hukukçu ve yargıçların yanlışta ısrar etmelerini kaygıyla izlemekteyiz.

Biz izmir tazminat avukat 'larına göre, insana verilen zararlar bir “mal zararı” gibi değil, bir “can zararı” olarak değerlendirilmeli; ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle ödenecek tazminatın ölçüsü “insanın değeri” kavramına, yaşam gerçekleri e uygun ve “yaşama hakkı” nı koruyup kollayacak nitelikte olmalıdır. Bunun nasıl ve hangi yöntemlerle yapılacağına, nasıl gerçekleştirileceğine ilişkin görüşlerimiz aşağıdaki bölümlerde sırası geldikçe açıklayacağız.

2- İnsan zararları konusunda tarihsel gelişim ve insanın doğası göz ardı edilemez. Bütün bilim ve sanat dallarında çalışanlar, insanlığın gelişimini, düşüncede, bilimde,

inançta, toplumların siyasal ve ekonomik gelişiminde ya da değişiminde neler olup bittiğini, kısaca uygarlık tarihini bilmek zorundadırlar. Geçmişte olanları bilmeyenler, öğrenemeyenler çağa ve değişen toplumların gereksinimlerine uygun çözümler ortaya koyamazlar; bilimin gelişmesine, yeni yasaların oluşmasına katkıda bulunamazlar.

Toplum bilimlerinde olduğu gibi, hukukta da tarihsel evrim ve yaşam gerçekleri ile insanın “doğal yapısı” göz ardı edilmemek gerekir. Aksi takdirde toplum duyuncunu rahatlatacak, hukuktan ve yargıdan bekleneni gerçekleştirecek doğru bir çözüme ulaşılamaz. Bu nedenle hukukçular da, geçmişten bugüne adalet anlayışının ve uygulamanın gelişimini tarihsel süreç içinde ele almak ve bu süreci izlemek zorundadırlar.

İnsan zararları (ölüm ve bedensel zararlar) konusunda geçmişten bugüne neler olup bittiğini, ne gibi görüşler ileri sürüldüğünü, uygulamada neler yapıldığını kısaca gözden geçirelim:

Adalet Tarihine bir göz atarsak, cana verilen zararlar kişisel “öç alma” ile başlamış, araya klan ve aile girince kişisel öç alma “kan gütme” ye dönüşmüş; zamanla ve toplum yaşamının gelişmesiyle barış ve huzuru sağlamak için “kısas” uygulamasına geçilmiş; daha sonra da “kısas” ın yerini “diyet” almıştır. Diyet, “mal veya para” olarak verilen bir “bedel” dir, bir “can” borcudur. Kimi zaman zarar görenin “hizmetine girme” biçiminde uygulandığı da olmuştur